Alman Dışişleri Bakanlığı'nın sayfasına hoş geldiniz

Hayatımızın özgürlüğünün güvencesi

Konuşma

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Bearbock’un, 18 Mart 2022 tarihinde Almanya Dışişleri Bakanlığında Ulusal Güvenlik Stratejisi konusuyla ilgili düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmadır.

Sevgili Mesai Arkadaşlarım,

Hanımefendiler ve Beyefendiler,

Berlin'den Ukrayna sınırına kadar olan mesafe, Flensburg'dan Freiburg'a kadar olan mesafeyle aynıdır. Yani şu an Berlin'den arabayla 10 saat uzaklıkta bir savaş var. Avrupa’nın ortasında, tam burada vahşi bir saldırı savaşı vuku buluyor. Bu korkunç gerçek çok yakınımızda.

Koalisyon anlaşmasına bir ulusal güvenlik stratejisini dâhil ettiğimizde, muhtemelen burada bulunan çok azımız, şu an neler olduğunu varsayabilirdi: Rusya Devlet Başkanı komşusuna saldırıyor, Avrupa'daki barış düzenimizi ve Birleşmiş Milletler Şartı’nı bozuyor.

Bugün kahvaltıda çocuklarımız bize Almanya'ya da savaşın gelip gelmeyeceğini soruyor. Ülkenin dört bir yanında insanlar barış ve özgürlük için sokaklara dökülüyor.

Ve belki de bununla derinden insani bir özlem olan güvenlik özlemi ifade ediliyor. Hatta bu durum, hepimizin birlikte temsil ettiği şeyi güvence altına alma anlamını taşıyor.

Hayatımızın güvenliği. Ulusal Güvenlik Stratejimizin konusu budur. Bu güvenlik birbirinden ayrılamayan üç temel unsurdan oluşmaktadır.

Güvenlik, öncelikle hayatımızın dokunulmazlığı anlamına gelir. Savaştan ve şiddetten, akut, somut tehditlerden korunma.

İkincisi, güvenlik, hayatımızın özgürlüğünü korumak anlamına gelir.

Bunu şu anda Ukrayna'da ülkelerini savunan kadın ve erkeklerin cesaretinde görüyoruz. Bu insanların kararlılıkla neyi savunduklarını görüyoruz: demokrasilerini, özgür bir yaşam üzerinde karar verme haklarını.

Üçüncü unsur, hayatımızın temellerinin güvenliğidir. Savaşın yaşamın temellerini yok ettiği yerde güvenlik yoktur. Ancak iklim değişikliğinin sonuçlarının, açlığın, yoksulluğun ve refahın yokluğunun insanları çatışmaya ve acıya sürüklediği durumlarda da, güvenli yaşam için hiçbir temel yoktur.

Hayatımızın güvenliği. Demokratik bir Avrupa'da barış ve özgürlüğümüz. Ulusal Güvenlik Stratejimizde bu iki hususa değineceğiz.

Çünkü geleceğin güvenliğini düşünmek zorundayız. Bunu özgüvenle, ama aynı zamanda özeleştiri ile yapmak istiyoruz.

Bu süreci yetkili mercilei, Alman Federal Meclisi üyeleri ile birçok ulusal ve uluslararası ortakla birlikte geniş ve katılımcı bir şekilde şekillendirmek istiyoruz.

Bunu güvenlik politikasının askeriye artı diplomasiden daha fazlası olduğu için de yapıyoruz. Yatırımlar, altyapı kararları, ticaret politikası güvenliğimizin bir parçasıysa, bu aynı zamanda şu anlama da geliyor:

Güvenliğimizle ilgili kararlar sadece Dışişleri ve Savunma Bakanlığında değil, şirketlerde, belediyelerde, üniversitelerde de alınıyor.

Ancak bana göre modern bir dış politikanın nasıl şekillendirilmesi gerektiğinin özünde stratejimizin katılımcı süreci yer alıyor: Başkalarının görüş ve endişelerini dinleme isteği ve ikilemleri görmezden gelmek yerine açıkça adlandırmak olmalıdır.

Güvenlik stratejimiz için şu husus geçerlidir: Rusya'nın barış düzenimizi büyük ölçüde ihlal etmesi ışığında, bize daha da açık bir şekilde rehberlik eden ilkeleri pratik politikaya çevirmeliyiz.


Bunun için şunları önemsiyorum:

Net bir duruş,

hareket etme kapasitesinin güçlendirilmesi ile

dış ve güvenlik politikası araçlarının keskinleştirilmesi.


Duruşumuz: Rusya'nın saldırgan eylemi bize şunu açıkça gösteriyor: Almanya, savaş ve barış konusunda, hak ve haksızlığın olduğu konularda tarafsız olamaz ve olmayacaktır.

Son haftalarda Almanya’nın tarihi ve sorumluluğu hakkında çok şey yazıldı. Burada bunu açıkça söylüyorum: Evet, tarihimizden, Almanya'nın savaş ve soykırım suçundan, gerçekten de benim için özel bir sorumluluk doğuyor. Yani canı, özgürlüğü ve hakları tehdit edilenlerin yanında olma yükümlülüğü doğuyor.

Desmond Tutu bir keresinde şunu söylemişti:

“If you are neutral in situations of injustice, you have chosen the side of the oppressor.”

Rusya ile olan ilişkilerimiz için bu geçerlidir.

Ama bu husus demokrasi ve özgürlüğe karşı çıkan, uluslararası kurallarımızı çiğneyen diğer diktatör rejimlerle olan ilişkilerimiz için de geçerlidir. Değerlerimize sahip çıkacağız.

Bunun anlamı şudur. Elbette gelecekte otoriter rejimlerle de konuşacağız. Diplomasinin özü budur. Önemli olan, ekonomik veya enerji politikasına bağımlı olduğumuz için kendimizi sessizliğe mahkûm etmememizdir. Bir tavır alacağız. Hayatımızın özgürlüğünün güvenliği söz konusu olandır. Bunun için eylem kabiliyetimiz olmalıdır. İkinci konum budur.

Gücümüz, uluslararası birliğimizde yatmaktadır. Şu anda Putin'in saldırganlığına karşı koyduğumuz şey budur. AB olarak kararlılıkla (çoğu zaman çok fazla zıt görüşte olsak dahi) en sert yaptırımlarla birlikte tepki gösterdik. Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı, Avrupa güvenliği için derin etkileri olan jeopolitik bir dönüm noktası anlamına geliyor. Avrupa Birliği şu anda ilk kez bu kadar ayrıntılı bir güvenlik politikası stratejisi oluşturuyor. Almanya bu girişim için öncü olmuştur.

Bu "stratejik pusula" kıtamızdaki yeni gerçekleri hesaba katmalı ve hesaba katacaktır.

Aynı zamanda, bu savaş Avrupa'nın güvenliğinin NATO'nun ittifak savunmasına bağlı olduğunu bir kez daha gösteriyor. Bu nedenle “stratejik pusula”, AB'nin güvenlik ve savunma politikasını NATO'yu tamamlayıcı bir şekilde yönlendirmeli ve böylece transatlantik ittifakın Avrupa ayağını güçlendirerek genişletmelidir. Bunu yaparken de kendimizi Avrupa savunma sanayisini güçlendirmeye adamalıyız. Yani sadece "daha fazlasını yapmak" için değil, kendimizi daha etkili kılmak için bu gereklidir. AB'nin tek başına sahip olduğu silah sistemleri ABD'nin altı katıdır. Bu parçalanmayı aşmamız gerekiyor.

Güvenlik politikası açısından, “daha fazla AB”, “daha az transatlantik ittifakta” anlamına gelmez. Putin'in saldırı savaşı bize ittifak savunmamız hakkında daha geniş düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. Müttefiklerimiz de Avrupa'nın en büyük ekonomisi olarak bu sürece öncülük etmemizi bekliyor.

NATO, yaz aylarında yeni bir “Stratejik Konsept” benimseyecek. Devlet ve hükümet başkanları bunu Haziran sonunda Madrid'de kabul edecek. Baltık ülkeleri ve Polonya'daki minimum sayıdaki mevcudiyet yoluyla bir NATO ülkesine yapılan saldırının herkese yapılmış olduğu sinyalini veren bugüne kadar olan "tuzak teli" mantığı, mevcut haliyle artık yeterli olmayacak.

Bu nedenle son haftalarda yaptığımız takviyeleri uzun vadeli tasarlamamız gerekiyor. Askeri tatbikatlarımız yeni gerçekleri yansıtmalıdır. Tüm doğu İttifak bölgesinin yeni bir tehdide tabi olduğu gerçeğini hesaba katmalıyız, bu da güneydoğu Avrupa ülkelerinde yeni NATO mevcudiyeti kurmamız gerektiği anlamına gelir. Almanya'nın Slovakya'da buna önemli bir katkısı olacaktır.

Savaş bize şunu da gösterdi: NATO'nun nükleer caydırıcılığı inanılır kalmalı. Bu nedenle Alman hükümeti şimdi F35'i tedarik etmeye karar verdi. Buna rağmen hedefimiz nükleer silahlardan arınmış bir dünya olmaya devam ediyor. Bu hedef hakkında ortaklarımızla “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması” çerçevesinde konuşmak istiyoruz. Aynı zamanda “Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşmasının” üyeleriyle birlikte de gözlemci olmak istiyoruz.

Silahsızlanma adımları için koşulları nasıl yaratabileceğimiz konusunda dürüst bir tartışma yapmamızı istiyorum. Batılı müttefiklerimizden tek taraflı taleplerle bu yapılamaz: Eğer tüm nükleer silaha sahip devletler güvenilir adımlar atarsa, gerçek silahsızlanma adımları atılmış olacaktır. Mevcut durumda vahim olan da budur. Putin tam bunun aksini yaparak nükleer silah kullanmakla tehdit ediyor.

Yine de: Kesin olan şudur: Silahsızlanma ve silahların kontrolü güvenliğimizin merkezinde yer alıyor. Silahsızlanma ve silah kontrolünü caydırıcılık ve savunmanın tamamlayıcısı olarak düşünmeliyiz.

İttifaktaki savunma kabiliyeti harekete geçme yeteneğimiz için çok önemlidir. Benim için "savunma kabiliyeti" kendini savunma yeteneğini ve iradesini tanımlar. Almanya'daki birçok insan için ve kendi partim de dahil olmak üzere, bunun uzun zamandır yalnızca olumlu çağrışımlar içeren bir terim olmadığının farkındayım. Eminim ki savunma kabiliyetimiz güvenliğimizi belirler.

Savunma kabiliyetimize yönelik özel fonla, silahlı kuvvetlerimizi daha hızlı modernize etmek ve tam olarak donatmak ve aynı zamanda ittifak kabiliyetimizi güçlendirmek için önemli bir adım attık. Bunu en üst düzeyde yapmamız ve ayrıca istikrar yardımımızın yanı sıra siberleri de hesaba katmamız iyi bir şey.

Geleceğin güvenliğini düşünmeliyiz. Böylece ulusal güvenlik stratejimiz de merkezi “stratejik şantiyeleri” ele almak zorunda kalacak. Hindukuş'ta veya kapımızın eşiğinde bir tehdit olmadığını görüyoruz. Birleşik bir dünyada, ne yazık ki ikisinin de olabileceğini görüyoruz. Dijitalleşen bir dünyada, içeriden ve dışarıdan gelen tehditler de bulanıklaşıyor.

Bu ayrım çizgilerinin çözülmesiyle nasıl başa çıkacağız? “Belt and road”, yatırımların güvenlikle de ilgili olduğunu açıkça ortaya koydu. Bu arka planda Avrupa egemenliği ne anlama geliyor? Egemenlik, toprak bütünlüğü ve uluslararası hukuk sadece Avrupa'da değil, Hint-Pasifik Okyanusunda da tehdit altındadır. Ayrıca eşzamanlı tehditler senaryosunu da düşünmek zorundayız.

Hanımefendiler ve Beyefendiler,

İttifaklarımızın gücü ve kendimizi savunma kabiliyeti sayesinde hareket kabiliyetine sahibiz. Ancak ekonomik ve enerji ilişkileri nedeniyle bağımlı olmayan ve şantaja maruz kalmayan da hareket kabiliyetine sahiptir. Putin'in savaşı bunu tüm ciddiyeti ile gösteriyor.

Bunu geçmişte defalarca vurguladım: Enerji ihtiyacımız bir güvenlik sorunudur. Tam 8 yıl önce bugün Rusya, uluslararası hukuku ihlal ederek Kırım'ı ilhak etti. O zamanki planımıza göre Avrupa'da kendimizi Rus gazından ve petrolünden bağımsız yapmaktı. Ama neredeyse hiçbir şey yapılmadı. Bu yüzden şimdi daha kararlı davranmalıyız. Federal Bakan Robert Habeck bugünlerde bunun için gerekli adımları atacaktır.

Kesin olan husus şudur: Fosil yakıtlardan daha hızlı uzaklaşmalı ve yenilenebilir ve verimli enerjilere geçmeliyiz. Temiz enerjilere yapılan yatırımlar, güvenliğimize yapılan yatırımlardır.

Bu da bizi zamanımızın güvenlik politikası sorunu olan iklim krizine getiriyor. Yani bu sorun savaşın ve barışın meydan okumasıyla rekabet içinde olmayan bir sorundur. Sadece iklim değişikliğini durdurursak hayatımızın güvenliği için bir temele sahip olacağımız çok açıktır. İklim krizinin güvenliği ne kadar baltaladığını tüm dünyada görebiliriz. Örneğin, aşırı hava olaylarının, gıda güvensizliğinin ve göçün devletlerarasındaki ve içindeki krizleri alevlendirdiği Sahil Kuşağı’nda. Cihatçılar ve organize suçlar bu kırılganlığı bir geçit olarak kullanmakta ve güvenliğimizi de tehlikeye atmaktadır. İşte tam da bu nedenle dış iklim politikası, güvenlik politikamızın ayrılmaz bir parçasıdır. Her ton daha az CO2, bir derece daha az küresel ısınmanın her onda biri, insan güvenliğine bir katkıdır.

Ekonomik bağımlılıklarla da yüzleşmek zorundayız. Uzun bir süre boyunca ilke şuydu: Karşılıklı ekonomik bağımlılık ne kadar fazlaysa o kadar iyiydi. Ancak çok tek taraflı bir ekonomik yönelim bizi savunmasız kılıyor. Bunu şu anda Rusya'da görüyoruz. Ancak altyapı ve bağlantısallık, istismar edilebilecek bağımlılıklar da yaratabilir. 

21. yüzyılda güvenlik açığı, otoriter devletlerin Avrupa otoyollarına, yollarına ve limanlarına milyarlarca Avro yatırım yaptığında da ortaya çıkabilir. Bu nedenle dış ticaret araçlarımızı güçlendirmeliyiz. Değer odaklı bir dış politika, aynı zamanda ekonomik olanlar da dâhil olmak üzere değerleri ve çıkarları savunmak anlamına gelir. Çünkü biri diğerine bağlıdır.

Bu da beni üçüncü konuma getiriyor: Dış ve güvenlik politikası araçlarımız. Burada ayrıca güvenliğimizi, askeri yöntemler dışında nasıl koruduğumuz sorusuna geliyorum. 21. yüzyıldaki kuvvetlerin ölçümünde küresel olarak var olmak istiyorsak, tüm araçlarımız askeri, politik, analog, dijital ve teknolojik olarak zamana uygun şekilde güncel olmalıdır. Net olmadan kapsamlı bir güvenlik anlayışına sahip olmalıyız.

İster diplomaside, ister kriz önlemede, dıştaki kültür ve eğitim alanındaki çalışmalarda, isterse kalkınma işbirliğinde olsun, Almanya’nın dünyadaki geniş çabası, bizim yani Almanya'nın dünyada nasıl algılandığına belirleyici bir katkı sağladığına derinden inanıyorum.

Bunun etkileyici bir örneği, bir ay önce BM Genel Kurulu'nda Rusya'nın saldırganlığının kınanmasıydı. Neden biz ve ortaklarımız diğer ülkeleri o anda yanımızda olmaya ikna edebildik? Sadece "Savunma politikası açısından gerekli olduğu için" dedikleri için değil, bize güvendikleri için. Çünkü yıllarca diplomasiye, iyi ilişkilere ve birbirimizi dinlemeye yaptığımız yatırımlar etkisini gösterdi. Kapsamlı, çok taraflı bir Alman dış politikasının getirisiydi.

Diplomasi, kültür ve eğitim alanındaki çalışma, kriz arabuluculuğu sayesinde geniş ve kapsamlı olacak şekilde tasarlanmış çabayla güvenliğimize yapılan bir yatırımdır.

Tepkilerimiz krizlerin kendisi kadar karmaşık olmalıdır. Örneğin, Afrika'daki ülkelerde tahıl tükendiğinde Ukrayna tarafından teslimatlar aksadığında insanlar açlık tehdidiyle karşı karşıya kaldıklarında, yeni yerel çatışmaların tehlikesi de artacaktır.

Çok çeşitli araçlarla hareket etmek zorundayız: Diplomasi, barışın teşviki ve istikrarı, ekonomik işbirliği, mali ve önemli destek araçlarıyla.

Diğer bölgelerin istikrarına ve dolayısıyla kendi güvenliğimize etkin bir şekilde katkıda bulunup bulunmadıklarını ve nasıl katkıda bulunduklarını kendimize dürüstçe sormamız önemlidir.

En uygun yöntem gerçek ihtiyaca bakılarak en verimli metodu bulmaktır. Bugüne kadar Federal Hükümet olarak hangi departmanın hangi ülkede neyi teşvik ettiğini her zaman bilmememiz nedeniyle, sadece verimsiz değil aynı zamanda amaca hizmet etmeyen destekler yapılmıştır.

Hanımefendiler ve Beyefendiler,

Siber alanda da karmaşık yanıtlara ihtiyacımız var. Siber saldırılar modern savaşın bir parçasıdır. Hiç kimse “Spill-Over” etkilerine karşı bağışık değildir. Örneğin Rus savaşında, bilgisayar korsanları çatışmayı körüklüyor. Eskiden bir gaz boru hattına yapılan saldırı, şimdi farklı eyaletlerdeki hastanelere yapılan saldırıdır. Bu süreçte, iç ve dış güvenlik, asker ile sivil arasındaki sınırlar birbirine giriyor.

Bu tehditler şunları gösterir: Yalnızca güçlü siber savunma yeteneklerine ihtiyacımız olmakla kalmıyor, aynı zamanda ulusal güvenlik stratejisi üzerindeki çalışmalarımızın bir kısmı da Federal Silahlı Kuvvetleri ile ulusal güvenlik kurumları arasındaki, federal ve eyalet hükümetleri arasındaki yetkinlikleri ele almak zorundayız.


Hanımefendiler ve Beyefendiler,

Putin'in uluslararası hukuku ihlal eden savaşı, bizi yeni bir güvenlik politikası gerçeğiyle karşı karşıya bırakıyor. Güvenlik politikamızla ilgili olarak her şey birdenbire yeni ve farklı değildir. Ancak bir şey açık: askerlerimizin görevleri artık otomatik olarak uzak ve soyut değil (Flensburg veya Freiburg'dan binlerce kilometre uzakta). Yine de, bu görevler güvenliğimiz için önemini koruyor. Bu anlamda güvenlik politikamızı şimdi yeniden tanımlayacağız.

Bu süreci özgüvenle ele alabileceğimizi düşünüyorum. Çünkü ortaklarımızla birlikte, liberal demokrasiler olarak Putin'in savaşına kararlı bir şekilde tepki verdik. Uluslararası hukuka, demokrasiye ve kurallara dayalı bir uluslararası düzen gibi değerlerimizi paylaşan ve bizim gibi kararlı ortaklarımızla tepki verdik.

Liberal fikrin otoriter rejimlerden daha güçlü olduğunu kanıtlamak istiyorsak, ilkelerimizi daha da etkili bir şekilde pratik politikalara çevirmeliyiz: Net duruşlarla, kararlı eylemlerle ve atik ve etkili araçlarla.

Bunu ihtiyatlı ve pragmatik bir şekilde yapacağız. Siyah/beyaz kategorileriyle değil, tartma ve tartışma cesareti ile yapacağız. Elinde somut bir değerler pusulası tutarak hayatımızın güvenliği, demokratik bir Avrupa'da barış ve özgürlüğümüz için yapacağız.

Sayfa başına dön